Yanlış Tedavide (Malpraktis) Hekimin Hukuki Sorumluluğu

Yanlış tedavi (malpraktis) halinde hekimin hukuki sorumluluğu, temeli eskilere dayanan köklü bir hukuk alanının önemli bir parçasıdır. Bir tarafta hekimin üstlendiği işin önemi, diğer tarafta bu işin hastanın sağlığı ve hatta hayatıyla yakın bağı, bu ilişkinin hukuki niteliğinin çokça tartışılmasına yol açmıştır. Günümüzde ise artık genel kabul haline gelen görüşe göre bu ilişkide hekim ve hasta arasında vekalet ilişkisi bulunur. Bu nitelendirmenin mahiyeti, yanlış tedavide hekimin sorumluluğu kapsamında kendisini gösterecek ve hekimin asli borcu bir sonuç meydana getirme değil, bir iş görme olacaktır. Bu sebeple hekim ancak kusurlu bir davranışı ile hastanın zararına yol açtığı zaman, bu zararı tazmin etmekle yükümlü olacaktır.  Bu ilişkinin detayları aşağıda etraflıca incelenecektir.

1.     Yanlış Tedavi Halinde Hekimin Sorumluluğunun Dayandığı Esaslar

Hukukumuzda hekim ve hasta arasındaki hukuki ilişkiyi düzenleyen özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple tedavi amacıyla yapılan yanlış tedavi bakımından vekalet sözleşmesi hükümleri uygulanır. Hekim ile hasta arasındaki vekalet ilişkisinde taraflar hekim, hasta ve bazı durumlarda da hastanın yasal temsilcisi olmaktadır. Bu sözleşmede hekimin borçları hastaya tanı koymak ve devamında da tedavi etmektir.

Bu bağlamda hekimin yanlış tedaviden kaynaklı hukukî sorumluluğu, bazı şartların gerçekleşmesine bağlıdır. Bu şartlar; bir sözleşmenin varlığı, sözleşmenin ihlali, kusur, zarar, ve zarar ile sözleşmenin ihlali arasındaki nedensellik bağıdır. Buna göre hekimin yanlış tedaviden kaynaklı hukukî sorumluluğunu doğuran birincil sebep sözleşmedir. Sözleşme, açık olarak veya üstü kapalı biçimde hasta ya da hastanın yasal temsilcisi ile yapılabilir. Bu sözleşmeye göre muayene esnasında hekim doğru tanı koyabilmek için mesleki bilgi ve tecrübesinden yararlanmalı, aynı zamanda mesleğin gerektirdiği ilkeleri ve kendisinden beklenen özeni göstermelidir. Hekim bir tanı koymadan önce gerekli tıbbi tetkikleri uygulamak ve tedavi yöntemine karar vermek durumundadır. Bu noktada bu ilişkinin bir vekalet ilişkisi olmasının pratik sonucu kendisini gösterir ve hekim salt doğru tanıyı koyamadığı için sorumlu addedilemez. Gerçekten de gerekli ve özenli bir araştırma yapılmış olmasına rağmen, yapılan araştırmada doğru tanı koyulacak belirtilere rastlanılmamış olabilir. Bu durumda hekimin sorumluluğu doğmayacaktır. Fakat gerekli ve özenli araştırma yapılmadığı için hekim doğru tanıyı koymamışsa, elbette ki hekimin sorumluluğu doğacaktır.

2.     Yanlış Tedavide Hekimin Sorumluluğunun Unsurları

Hekimin sorumluluğu farklı şartların bir araya gelmesine bağlıdır. Bu şartlar kusur, zarar ve bu ikisi arasındaki illiyet bağıdır.

Kusur başlığına geçmeden önce yanlış tedavi halinde vekaletsiz iş görme sebebiyle meydana gelen sorumluluğu da inceleyebiliriz. Bu duruma örnek gösterecek olursak, ani bir şekilde fenalaşan, bilincini kaybeden ya da bir müdahale sırasında beklenmedik başka bir müdahalede bulunulması gereken bir anda kişiye bir hekimin ilk müdahalede bulunması ya da mevcut müdahalenin seyrinin olağanüstü değişmesi durumunda vekaletsiz iş görme hükümlerine göre değerlendirme yapılacaktır. Bu ihtimalde hasta ve hekim arasında sözleşme ilişkisi olmayacaktır. Burada hekimin, konu insan sağlığı ve hayatı olmasından dolayı, göstermesi gereken özeni ve dikkati göstermesi gerekmektedir. Türk Borçlar Kanunu Madde 527 uyarınca bu müdahale esnasında hekimin müdahalesinden (yanlış tedaviden) doğan sorumluluğu daha hafif olacaktır.

a.     Kusur unsuru

Yanlış tedavi nedeniyle hekimin sözleşmeye dayanan hukuki sorumluluğuna gelecek olursak, Kusur, hekimin sözleşmeden dolayı sorumlu tutulabilmesi için önemli bir şarttır. Bu kusur, kasıt veya ihmal şeklinde olabilir. Kasıt, hekimin iradesiyle bilinçli şekilde bir müdahaleyi yanlış ya da eksik yapması durumunda; ihmal ise, kendisiyle aynı branşta yer alan ortalama bir hekimin aynı durum ve koşullarda gösterdiği özeni göstermemesi durumunda söz konusu olur. Kusurun ağır veyahut hafif olup olmamasının, hekimin yanlış tedaviden kaynaklı sorumluluğu noktasında bir önemi yoktur; hekim her türlü kusurdan sorumludur. Ancak bu kusurun derecesi tazminatın tayininde dikkate alınabilir.

Her bilim dalında olduğu gibi tıp biliminde de, her hekimin sahip olması gereken bilgilerin eksikliğinden kaynaklanan meslek hataları, kusur olarak değerlendirilmelidir. Tıp biliminde konu insan vücudu olduğu için bu konuda en yüksek derecede dikkat ve özenin aranmasını gerektirmektedir. Yanlış tedaviden kaynaklı zararlarda en zor kısım hekimin kusurunun varlığının ispatıdır. Hekimin sorumlu tutulabilmesi için, onun hukuka aykırı eylemi yaparken kusurlu olması gerekir. Türk Borçlar Kanunu madde 49/1’e göre; “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 

Meydana gelen kusur, hekimin tıp biliminin bütün gereklerine dikkat ederek iş yapmasına karşın bir tıbbi komplikasyon sonucunda ortaya çıkabilir. Hekim ile hasta arasında kurulan sözleşmeye göre, hekim gerekli teşhisi koymak ve en uygun tedavi yöntemini uygulamak; hasta ise ücret ödemeyi kabul etmek, hekimin söylediği kural ve kaidelere uymak, ayrıca da hekime kendisi hakkında doğru bilgi verme sorumluluğu altına girmektedir.

Hekimin dikkatsiz veya özensiz iş yapması durumunda; dikkatsizlik, özensizlik ya da tecrübesizlik gibi nedenlerle tıbbi standartlara uygun hareket edilmemesi söz konusu olabilir. Aynı şekilde kusurun belirlenmesinde ölçüt, hekimin mensup olduğu branş içerisinde yer alan ortalama bir hekimin aynı durum ve koşullarda göstereceği davranış biçimidir. Yani hekimin göstereceği dikkat ve özen en azından ortalama olmalıdır. Ortalama bir dikkat ve özen göstermesine rağmen, hasta bir zarara uğramışsa hekimin ihmali ister hafif, ister ağır ihmal olsun sorumluluktan kurtulamaz. Ancak bu ayrım tazminatın hesaplanmasında göz önünde tutulur. Sonuç olarak hangi şekilde olur ise olsun, hekim yanlış tedavi sonucunda, hastasına zarar verdi ise sorumlu olacaktır.

Hekimin öngöremeyeceği bir tıbbi komplikasyonun varlığı durumunda; tıp bilimi çok ilerlemiş olsa da her geçen gün yeni bir hastalığın keşfedilmesi veya yeni bir tedavi yöntemi uygulamasının bulunması işten bile değildir. Gerçekten de gerekli ve özenli bir araştırma yapılmış, ortalama bir hekimin göstermesi gereken dikkat, özen, bilgi ve tecrübenin gösterilmiş olmasına rağmen, yapılan araştırmada doğru tanı koyulacak belirtilere rastlanılmamış olabilir. Hukuki bakımdan da teşhis koyarken hekimin uyması gereken kesin bir kurallar bütünü bulunmamaktadır. Ne var ki teşhis koyarken hekimin ilk olarak hastalığın öncesini ve çıkış sebebini öğrenmesi, hastaya sorular sorarak ve hastayı muayene ederek hastalığın çıkış sebeplerini araştırması ve gerekli araştırmalar yaptıktan sonra teşhis koyması gerektiği kabul edilmektedir. Hekim yapması gereken tüm bu tıbbi araştırmaları yapsa bile kesin sonuca ulaşamayabilir. Gerekli araştırmaları yaparak ve elde ettiği bulguları doğru bir şekilde takdir etmiş olan hekim, sırf konulan teşhisin yanlışlığı dolayısıyla sorumlu tutulamaz. Ancak hekim gerekli araştırmaları yapmadan teşhis koyar veya elde edilen sonuçları mesleki eksikliği veya tecrübesizliği sebebiyle doğru değerlendiremezse hekimin sorumluluğu söz konusu olacaktır.

b.     Zarar Unsuru

Zarar, Hekimin sözleşmeden süregelen sorumluluğunun doğabilmesi için gerekli bir diğer şarttır. Yanlış tedavi durumunda hasta şayet herhangi bir zarara uğramamışsa hekimin sorumluluğuna gidilemez. Burada zararı maddi ve manevi olarak iki başlık altında inceyebiliriz. Maddi zarar hastanın malvarlığının bizzat azalması şeklinde olabileceği gibi, hastanın normalde elde edeceği malvarlığı kazanımını elde edememesi şeklinde de gerçekleşebilir. Manevi zararsa, hastanın doğru yapılmayan müdahale sonucu çektiği acı ve ıstıraba karşılık olarak verilir ve bunları gidermeyi amaçlar. Maddi tazminat; ek tedavi ve ameliyat masrafları, kusurlu olarak yapılan müdahale nedeniyle hastanın uğradığı kazanç kaybı ve iktisadi olarak geleceğinin sarsılmasından doğan zararlar olarak karşımıza çıkabilir. Bu zarar ve masrafları hekim, maddi tazminat olarak karşılamak zorundadır. Eğer hasta vefat ettiyse destekten yoksun kalan yakınlarına “destekten yoksun kalma tazminatı” ödenir. Ortada bir zarar varsa bu zararın hekimden kaynaklandığının ispatı hastaya düşer. Zararın miktarının ispatı çoğu kez zor olduğu için hâkim somut olayın niteliklerine göre bir tazminata hükmeder. Karar verilirken bilirkişiden yararlanılabilir. Bu tazminat hesaplanırken hastanın da kusurlu olup olmamasına bakılır. Yanlış tedaviye ebep olacak şekilde hekime yanlış bilgi verilmesi, talimatlara uyulmaması, tehlikesini bilmesine karşın rıza gösterilmesi gibi durumlar dikkate alınarak tazminat miktarına karar verilir ve gerekli durumlarda da tazminat miktarı indirilebilir. Manevi tazminat ise, maddi tazminatta olduğu gibi kesin kalemlerden oluşmasa da, hekimin kusurlu müdahalesinin sonucunda hastanın duyduğu acı ve ıstırabın bir karşılığı olarak hükmedilebilir.

Hatalı tedavi sonucunda ölüm meydana gelmesi halinde doğabilecek zarar türleri şu şekilde sıralanabilir:

Türk Borçlar Kanunu Madde 53: Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır:

  1. Cenaze giderleri
  2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar
  3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar

Türk Borçlar Kanunu Madde 54- Bedensel (ölüm gerçekleşmemesi hali) zararlar özellikle şunlardır:

  1. Tedavi giderleri
  2. Kazanç kaybı
  3. Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar
  4. Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar

Müdahale sonucunda talep edilebilecek tazminat kalemleri maddelerde sayılanlarla sınırlı olmamakla beraber, bu kalemler uygulamada en çok rastlananlardır. Bunların bir kısmı gayet açık olmakla beraber bazılarını detaylıca irdelemekte fayda vardır.

Ölüm halinde uğranılan zararlardan destekten yoksun kalma tazminatı, hastanın ölümü halinde geride kalan yakınlarına ödenir. Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen bir kişinin yaşarken destek verdiği kişilerin aldığı desteğin ölüm sebebiyle ortadan kalkması sonucunda destek alanların uğradıkları zarardır. Bu tazminatın amacı, ölen kişinin destekçisi olduğu kişilerin ölümden sonra da aynı sosyal ve ekonomik hayatı sürdürebilmeleridir.

Bu tazminatın istenmesi için önemli olan, ölen kişi hayattayken isteyecek kişiye destekte bulunmuş olmasıdır. Bu kişi herhangi bir kişi olabilir. Ölenin annesi, babası, çocukları, eşi, nişanlısı, amcası, dayısı vb. gibi herhangi bir yakını, ölen kişiden destek aldığını ispatlayarak bu tazminatı talep edebilir. Ölenin annesine, babasına, çocuklarına ve eşine baktığı kural olarak kabul edilir. Yani bu kişilerin, ölenin hayattayken kendilerine maddi destek sağladığını ispatlamasına gerek yoktur. Bu kişiler haricindeki diğer kişilerin bu tazminatı talep edebilmesi için ölenin kendisine maddi destek sağladığını ispatlaması gerekmektedir

Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplarda ise söz edilen kayıp ya da azalma yüzeysel olarak kazancın azalması veya kaybı değildir. Zarar gören kişinin “çalışma gücünün” azalması veyahut kaybedilmesidir. Burada zarar gören için bir kazanç kaybından, dolayısıyla yoksun kalınan bir kardan söz edilecektir. Hatalı tıbbi uygulamadan zarar gören kişinin çalışma gücündeki azalma sona ermiş ya da tamamen iyileşme meydana gelmiş ise zarar, zarar görenin iyileşme anına kadar çalışamamasından doğan kazanç kaybı ile yoksun kalınan kar şeklinde olacaktır.

Yanlış tedavi sonucu yaralanma meydana gelmesi halinde, yaralanan, tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar gibi zararların tazminini talep edilebilir.

Sonuç olarak yanlış tedavi nedeniyle vücut bütünlüğü ihlal edilen kişinin çalışma gücü azalmışsa veya tamamen yitirilmişse ya da vücut bütünlüğünün ihlal edilmesinden dolayı ekonomik geleceği sarsılmışsa buna ilişkin talepler maddi tazminat davası ile ileri sürülebilir. Yargıtay’ın yerleşmiş görüşüne göre: “Beden gücü eksilen kişinin kazançlarında bir azalma olmasa bile, sakatlığı oranında harcayacağı fazla çabanın (güç, efor) tazminat olarak ödenmesi” gerekecektir.

c.  Nedensellik Bağı

Zarar ile sözleşmenin ihlali arasındaki nedensellik bağı; yanlış tedavi hekimin hukuki sorumluluğunun doğması için gerekli bir diğer şarttır. Hekimin yanlış tedaviden kaynaklı sorumluluğunun doğmasında hastanın, zararın hekimin müdahalesinden doğduğunu ispat etme yükümlülüğü bulunmaktadır. Hekim-hasta arasındaki ilişkide tarafların tıbbi bilgisi arasında yüksek bir fark olabileceği kabul edilmelidir. Yeniliklerin sürekli olduğu ve bilgilerin değişebileceği tıbbi konularda hasta bilgisiz olabilir ve bu durumda korunması gereken taraftır. Böyle durumlarda hastanın yüksek ihtimalli bir durumu ispatlaması ya da bilirkişiden yardım alması gerekmektedir.

Hekimin yanlış tedaviden kaynaklı sorumluluğuna ilişkin bir diğer önemli husus ise hekimin aydınlatma yükümlülüğüdür. Hasta Hakları Yönetmeliği ve Türk Tabipler Birliği’nin Hekimlik Meslek Etiği Kuralları uyarınca hekimler, yapılacak tüm operasyonlar, bunun sonucunda ortaya çıkabilecek durumlar ve müdahalelerin sonuçları hakkında hastayı aydınlatmak ve hastanın açık rızasını almak zorundadırlar. Eğer hasta, hekim tarafından yapılacak müdahale sonrasında, oluşabilecek öngörülebilen fakat istenmeyen olası etkileri hakkında bilgilendirilmemiş ve açık rızası alınmamışsa, hekim bu sebepten doğacak maddi ve manevi zararlardan dolayı sorumludur. Çünkü bu komplikasyonlar bir hastalığın gidişatını kötü yönde etkiler.

Son olarak belirtmek gerekir ki, hekimin yanlış tedavi nedeniyle sözleşmeden kaynaklanan sorumluluğunun doğabilmesi için hastanın eylemlerinin doktorun telkinlerine uygun ve doğru olması gerekmektedir. Hastanın hatası sonucu oluşan tıbbi sorunlardan dolayı hekim sorumlu olmayacaktır.

3.     Yanlış Tedavi Halinde Tazminat İstemi Kimlere Karşı İleri Sürülebilir?

Yanlış tedavinin yapıldığı yerin devlet veya özel hastane olmasına göre tazminat isteminin ileri sürülebileceği kişiyi/kişileri belirleyebiliriz. Eğer yanlış tedavi bir özel hastane veya muayenehanede yapılmışsa açılacak davanın hastaneyi işleten kişi veya şirkete, tedaviyi yapan hekime ve hekimler için zorunlu olarak yaptırılan sorumluluk sigortasını üstlenen sigorta şirketine karşı bu istemler ileri sürülebilecektir.

Eğer yanlış tedavi bir devlet hastanesinde gerçekleştirilmişse tazminat istemleri devlete karşı ve tedaviyi yapan hekime karşı ileri sürülebilecektir.

4.     Açılacak Davalarda Görevli ve Yetkili Mahkemeler

Yanlış tedaviden kaynaklı açılacak davalar ceza davası ve tazminat davası olarak iki ana başlık altında incelenebilir. Ceza davalarının tamamı adli yargıda çözümlenmekledir. Yanlış tedavinin yapıldığı yer Cumhuriyet başsavcılıklarına yapılacak şikayet ile süreç başlatılmaktadır.

Yanlış tedaviden kaynaklı tazminat davalarında yetkili yargı kolu, müdahalenin özel hastane veya kamu hastanesinde görülmüş olmasına göre farklılık addedecektir. Özel hastanede veya özel muayenehanede gerçekleştirilen bir müdahaleden zarar doğmuşsa dava adli yargıda açılacaktır. Hekim hatası nedeniyle vekalet sözleşmesine dayanılan hallerde görevli mahkeme tüketici mahkemesi olarak düzenlenmiştir. Haksız fiile dayanılarak açılacak davalarda ise genel görevli mahkeme olan asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır. Kamu hastanelerinde gerçekleştirilen müdahaleler sonucunda yanlış tedavi meydana gelmişse ortaya çıkan zararlara karşı idare mahkemesinde dava açılacaktır.

Adli yargıda açılacak davalarda genel yetkili mahkeme olan davalının yerleşim yeri mahkemesi yetkili olacağı gibi, sözleşmeye dayanan tazminat taleplerinde sözleşmenin ifa yeri yani tedavinin yapıldığı yer mahkemesi de yetkili olacaktır. Haksız fiil hükümlerine dayanılarak açılan davalarda ise genel yetkili mahkemenin yanında haksız fiilin işlendiği, zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ve zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkili olacaktır.

Haksız fiile dayalı açılacak davalarda alacak zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak 10 yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrayacaktır. Tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu durumda daha uzun zamanaşımı uygulanacaktır. Vekalet sözleşmesine dayanan davalarda 5 yıllık zamanaşımı uygulanacaktır. İdari yargıda ise zararın öğrenilmesinden itibaren 1, müdahale tarihinden itibaren 5 yıl içinde dava açılması gerekmektedir.

Related Posts